Ortadoğu'nun kalbinde on yıllardır kanayan bir yara olan Filistin-İsrail sorunu, İsrail'in kuruluşundan bu yana çözülememiş kronik bir krize dönüşmüştür. Ancak bu durum, hiçbir zaman eşit taraflar arasında simetrik bir "sorun" olmamış; Batı Şeria ve Gazze'de uygulanan sistematik işgal politikaları, asimetrik güç kullanımı ve Filistinlilerin kolektif varlığını hedef alan bir yıkım süreci olarak süregelmiştir. Filistinlilerin nesillerdir yaşadığı zulüm ve şiddet her ne kadar 7 Ekim 2023 ile başlamamış olsa da, bu tarih, işgalin tüm araçlarını kullanarak şiddetini kelimenin tam anlamıyla arşa çıkardığı bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Bu tarihten itibaren tanık olduğumuz topyekûn saldırılar soykırım boyutuna ulaşmıştır. İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayan saldırılarına karşı devletlerin ve uluslararası hukukun etkisiz kaldığı noktalarda devreye giren güçlü bir sivil toplum ve hukuk mücadelesi bulunmaktadır. Bu mücadelenin en somut ve ses getiren örneklerinden ikisi, ablukayı denizden delmeyi amaçlayan cesur sivil girişimler olan Sumud Filosu ve İsrail’in Gazze’de uyguladığı savaş suçlarını ortaya koymayı amaçlayan Gaza Tribunaldir.
Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü'nde düzenlenen "İsrail Terörü ve Gazze'de Ablukayı Delmek: Sumud Filosu, Vicdan Filosu ve Gaza Tribunal" başlıklı panel de bu hayati konunun farklı veçhelerini bir araya getirdi. Etkinlikte, sahadaki sivil aktivizm ile uluslararası hukuk platformlarındaki adalet arayışının nasıl kesiştiği ve İsrail'in politikalarının durdurulması için hangi yolların tartışılabileceğini ele alındı.
Panelde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hukuk Bölümü araştırma görevlisi Esma Nur Topçu, Gazze Mahkemesi'nin işlevi hakkında bilgiler sundu. Gazze Mahkemesi; İsrail’in saldırıları altındaki Gazze’de yaşananların hukuki, siyasi ve etik yönlerinin araştırılması üzerine sivil toplum öncülüğünde kurulan bir "vicdan mahkemesi" girişimidir. Topçu, Gazze Mahkemesi'nin sadece 7 Ekim 2023’ü takip eden süreci değil, İsrail’in 1948’den beri süregelen insan hakları ihlallerini ele alan bir kurul olduğunu vurguladı. Mahkemenin amacı; İsrail'in Gazze'de işlediği iddia edilen savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları ve soykırım eylemlerini soruşturmak, kanıt toplamak ve belgelemektir. Mahkemenin işlevini aktaran Topçu, dünyanın farklı şehirlerinde (Saraybosna, İstanbul ve Londra gibi) oturumlar düzenleyerek paneller, tanık ifadeleri ve uzman görüşleriyle bir tür sembolik mahkeme oturumları düzenlendiğini belirtti. Gazze Mahkemesi'nin asıl gücü, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) veya Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi resmi yargı organlarının siyasi nedenlerle yavaş veya yetersiz kaldığı noktalarda devreye girmesinden kaynaklanmaktadır. Toplanan deliller, uzman analizleri ve tanıklıklar aracılığıyla, yaşanan ihlallere dair güçlü bir tarihsel ve hukuki arşiv oluşturur. Bu girişim, hem uluslararası kamuoyunu harekete geçirerek küresel vicdan üzerinde bir baskı kurmayı hem de toplanan verilerle gelecekteki resmi hukuki süreçlere zemin hazırlamayı amaçlayan, sembolik olduğu kadar kritik bir adalet arayışıdır.
İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı aşmaya yönelik en somut adımlardan biri olan Sumud Filosunun aktivisti Huzeyfe Küçükaytekin ise filoda yaşadıklarını ve süreci aktardı. Küçükaytekin, Gazze'de bir soykırım suçu işlenirken hükümetlerin ve uluslararası hukukun bütünüyle başarısız olduğunu ve bu küresel başarısızlığın, sivil toplumu doğrudan harekete geçirdiğini vurguladı. Bu sivil uyanışın ilk olarak Haziran ayında Kahire'de, Refah'taki ablukayı kırmak amacıyla 85 ülkeden 10.000'i aşkın aktivistin toplanmasıyla başladığını belirten Küçükaytekin, Mısır hükümetinin engellemelerine rağmen bu buluşmadan alınan ilhamla filonun oluştuğunu ifade etti. Filonun, delegasyonu olan 44 ülkeden ve çok daha fazla ulustan, farklı din, dil ve ırktan insanı Akdeniz'de bir araya getirmesini "insanlık tarihinde bir kırılma" olarak nitelendirdi., "Varmak en büyük temennimizdi ama yolda olmak da çok değerliydi" sözleriyle, ablukayı bir nebze de olsa kırmanın ve bu yola çıkmanın sembolik değerine işaret etti. Filo aktivistlerinin bizzat İsrail'in hukuksuz muamelelerine maruz kalmasının, İsrail'in Filistinlilere neler yapabileceğini tüm dünyaya somutlaştırdığını belirtti. Küçükaytekin, şu ifadeleri kullandı: "Sumud Filosu olarak sadece Gazze’deki ablukayı değil, İsrail’in aşılamaya çalıştığı 'kötülüğe karşı hiçbir şey yapılamayacağına' dair inancı da aştık. Hiçbir şey yapamayacağımıza inandırıldığımız bu kötülük oluşumunun ablukasını, önce kendi vicdanlarımızda kırdık."
Panelde söz alan Serhan Afacan, Filistin meselesine ilişkin bölgesel güç dengelerini ve siyasi parçalanmışlığı analiz etti. Afacan, Ortadoğu'daki devletlerin 1948 veya 1967'ye kıyasla askeri ve ekonomik olarak çok daha güçlü bir dönemde olmalarına rağmen, bu gücü ortak bir iradeye dönüştüremediklerini belirtti. Doha'da veya İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çatısı altında toplanılsa dahi, Filistin'in bu toplantıların gerçek bir gündem maddesi olmadığını vurguladı. Bu parçalanmışlığın temelinde, devletlerin meseleye farklı pencerelerden bakması yatıyor. Benzer bir ayrışma Filistinli gruplarla ilişkilerde de mevcut; bazı Arap devletleri Hamas'ı desteklemezken, Türkiye ve İran daha ılımlı bir pozisyonda duruyor. Bu dağınıklık nedeniyle bölge ülkelerinin ortak bir "yol haritası" bulunmuyor. Afacan, "Mısır'ın söylediğini İran kabul etmez, İran'ın dediğini Araplar istemez, Türkiye'nin dediğini Suudiler kabul etmez" sözleriyle, Filistin meselesinin nasıl bölgesel bir güç mücadelesinin parçası olarak kullanıldığını ifade etti. Bu durumu, "Ortadoğu güçlendi ama muktedir hale gelmedi" şeklinde özetledi.
